yaşar ne yaşar ne yaşamaz

sevdim sayılır.

yıllardır izlemeyi istediğim bir oyundu. beklentimin yüksekliğinden midir oyunun biraz ‘eski’ olmasından mıdır bilmiyorum, çok sevmedim ama sevdim.

hikaye, ‘devlet dairesi’ne yolu düşenlerin çok da şaşırmayacağı olaylardan oluşuyor. buradaki olayların baş karakteri de ‘nüfus hüviyet cüzdanı’ olmayan bir vatandaş: yaşar yaşamaz. yaşar ‘ın, yaşayıp yaşamadığıyla ilgili hem kendiyle hem devletiyle mücadelesi…

tiyatro: istanbul şehir tiyatroları

metot

çok sevdim.

oyuna gitme nedenim leyla ile mecnun ‘dan bildiğim oyuncuların oynuyor olmasıydı açıkçası. pişman olmadım, aksine gittiğim çok da iyi çok da güzel oldu.

bir iş görüşmesinin, bir doğru adamı seçme çabasının varabileceği doruk noktası budur herhalde. yok artık diyor ve herkesin izlemesini tavsiye ediyoruz.

tiyatro: semaver kumpanya

sahne: çevre tiyatrosu

sessizlik

sevdim sayılır.

kralın yakın korumasına ‘köpek’ denmesi gibi bir gelenek var herhalde. oyundaki ‘köpek’ karakteri hem görüntü hem karakter olarak game of thrones ‘taki ‘köpek’ i hatırlattı. bir de erkek kılığı içine kadın gizleme, yine game of thrones ‘tan ‘arya’ karakterini hatırlatıyor; arada farklar var tabii ama çok ayrıntı vermeyeyim. neyse, benim herhalde game of thrones um gelmiş, başlasa da izlesek..

tiyatro: istanbul devlet tiyatrosu

sahne: üsküdar tekel sahnesi

hıdrellez

sevdim.

hüzünlerini bile ‘göbek atarak’  yaşamayı/yatıştırmayı  tercih eden çingenelerin/şoparların/romanların  yaşamlarından/hikayelerinden bir kesit ve bolca müzik; klarnete doydum 🙂 dağarcığıma birkaç küfür daha eklendi.

roman mahallesine misafir olan ‘kentli’nin başını döndürecek coşkuda gelişen insan halleri. neşe ve hüzün arasında durmadan hal değiştiren insanlar: romanlar aslında hüzünlüyken de neşelidir; romanlar aslında neşeliyken de hüzünlüdür.

tiyatro: istanbul şehir tiyatroları

sahne: harbiye muhsin ertuğrul sahnesi

ben, dünyada

adını yakın zamanda ilk kez duyduğum bir yazar william saroyan. birçok öyküsünü okudum, sevdim ve okumaya devam ediyorum. aşağıdaki alıntı, ‘ben, dünyada (myself upon the earth)‘ adlı öyküsünden:


Ben bir öykücüyüm ve tek bir hikâyem var: insan. Bu basit hikâyeyi, güzel yazma kurallarını, kompozisyon numaralarını bir kenara bırakarak kendimce anlatmak istiyorum. Söyleyecek sözüm var ve Balzac gibi konuşmak arzusunda değilim. Ben sanatçı değilim; medeniyete de gerçekten inanmıyorum. İlerlemeye zerre kadar hevesli değilim. Büyük bir köprü yapıldığında sevinmiyorum, uçaklar Atlantik’i geçince, “Aman ne müthiş!” diye düşünmüyorum. Ulusların kaderiyle ilgilenmiyorum ve tarih beni sıkıyor. Tarihi yazanlar ve onlara inananlar, tarih derken neyi kastediyorlar? Nasıl olmuş da insan denen o mütevazı ve sevimli yaratık tiksindirici belgelerin maksatları doğrultusunda istismar edilmiş? Nasıl olmuş da insanın mahremiyeti yok edilmiş, dindarlık hisleri iğrenç bir cinayet ve yıkım kargaşasıyla birleştirilmiş? Ben ticarete de inanmıyorum. Bütün makineleri hurda yığını olarak görüyorum, hesap makinesini, otomobili, lokomotifi, uçağı ve evet bisikleti de. Yolculuğa, insanın bedenini alıp bir yerlere gitmesine inanmıyorum, şu ana kadar acaba kimse bir yere gitmiş mi merak ediyorum. Siz hiç kendinizi terk ettiniz mi? Zihnin bir insan ömrü boyunca yaptığı yolculuktan daha muazzam ve ilginç bir yolculuk var mı? Sonu ölüm kadar güzel başka bir yolculuk var mı?

William Saroyan / ‘Ben, Dünyada’ adlı öyküden alıntılanmıştır / Yetmiş Bin Süryani / Aras Yayıncılık

elimden gelen bu

elimden gelen bu ben iki kişiyim
çoğalmak neyse ne azalmak zor
birisi seni her an bırakıp gittiğim
öbürü kan gibi tutulmuş seviyor
ağzındaki acı alnındaki çizgiyim
gözlerine kirli bir bulut getirdim
hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor devamını oku

türkiye kayası “bir göç hikayesi”

sevmedim.

oyuncuların yarısının performansı çok iyiyken diğer yarısınınki ya pek iyi değildi ya da ben bulgar göçmeni şivesine çok aşina olmadığımdan bana öyle geldi. öyküyü, sonu haricinde sevdim, bulgaristan ‘dan göçen türkler ile ilgili izlediğim ilk oyundu.

bu oyunu izlerken içinde ‘sınır’ konusu geçen çok oyun/film izlediğimi fark ettim. ben bile bir arada anacak kadar çok şey gördüysem bu konuda, demek ki çok yazılıp çizilmiş ama bir türlü tükenmemiş bir konu; tükenecek gibi de görünmüyor. konu gerçek hayatta tükensin mi? tükensin. hakkında yazılıp çizilenler tükensin mi? tükenmesin.

tiyatro: istanbul şehir tiyatroları

sahne: üsküdar musahipzade celal sahnesi