ölesiye hiçlik..

“… Galiba, tek çıkar yol sana durup dinlenmeden yazmak. Hoş, bütün işim, seni düşünmek ya! Bu bok soyu alışkanlıklar, töreler, günah sevap ve ayıplar köleliği olmasa… Bütün tedirginliğimiz bundan. Bundan, yüzünü hayalledikçe ağzımın acılaşması. Şiirimdeki korkunç çırpınış, doymazlığım ve ölesiye beni terk etmeyecek hiçlik… Tanrıların beni kandırabilmelerini isterdim yahut ölümün anlamlı bir nen olmasını. …”

leylim leylim  –  ahmed arif‘ten  leylâ erbil‘e  mektuplar

sekiz bulut dağının prensesi

eski zaman elbiseleri akıp gidiyor üzerinden
sekiz bulut dağının prensesi
mevsimlik heveslerini dökmüş çiçeklerin ecesi
olan olmadı biten de bitmedi.

gizli bahçelerde lirik bahar senfonileri
geçmiş-an ve gelecek
varolmuş ve olacak
havadis avcısı adamotları topladı kehanet ırmağının kıyılarından
la mekan! la kuyud!
salamender’in tılsımı ateşte.
tozdan geldin toza dön!
ayna krallığının sihirli tacı görünmez oldu.
kum yatağında kum. dikenler parçaladı avuçlarını
silinip gitti.
yüzü önce/sonra elleri/ve sonra tebessümü bile unutuldu. devamını oku

elimden gelen bu

elimden gelen bu ben iki kişiyim
çoğalmak neyse ne azalmak zor
birisi seni her an bırakıp gittiğim
öbürü kan gibi tutulmuş seviyor
ağzındaki acı alnındaki çizgiyim
gözlerine kirli bir bulut getirdim
hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor devamını oku

aklıma düşen balıklar

kılıçbalığının öyküsü, ikide bir aklıma düşüyor bugünlerde; içimden ezbere bildiğim kısımlarını okuyup duruyorum. durduk yere düşmedi aklıma tabi muhtemelen, öyle tahmin ediyorum ki yakın zamanda okuduğum küçük kara balık ‘ın hikayesi tetikliyor bu durumu. bu hikayede her ne kadar küçük kara ve kılıç balıkları birbirlerine düşmanlarsa da kılıçbalığının da ayrıca bir öyküsü olduğunu unutmamalı:

-balık ağzı-

“…
bu bir kılıçbalığının öyküsü
yazılmasa da olurdu
ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu
uskumrunun arkasından gidiyorduk
sürünün içinde ben de vardım devamını oku