kılıçbalığının öyküsü, ikide bir aklıma düşüyor bugünlerde; içimden ezbere bildiğim kısımlarını okuyup duruyorum. durduk yere düşmedi aklıma tabi muhtemelen, öyle tahmin ediyorum ki yakın zamanda okuduğum küçük kara balık ‘ın hikayesi tetikliyor bu durumu. bu hikayede her ne kadar küçük kara ve kılıç balıkları birbirlerine düşmanlarsa da kılıçbalığının da ayrıca bir öyküsü olduğunu unutmamalı:
-balık ağzı-
“…
bu bir kılıçbalığının öyküsü
yazılmasa da olurdu
ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu
uskumrunun arkasından gidiyorduk
sürünün içinde ben de vardım
sırtımda bir zıpkın yarası
mutlu olmasına mutluydum
nedense gitmiyordu kulağımdan
bir türlü o “ağ var” sesleri
deniz kızı girmiş düşünceme
ben iflah olmam
dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı
dolanınca ağa çok geçmeden küserim
bir çocuk bile çeker sandala beni
bu kadar ağır olmasam
beni böyle koşturan yaşama sevinci
kanal boyunca bir o yana bir bu yana
siz yok musunuz siz derya kuzuları
kestim kılıcımla karanlığını dibin
yakamoz içinde bıraktım suları
ah ayaz gecelerde olur ne olursa
sırtımda bir zıpkın yarası
alın beni mor kuşaklı bir takaya götürün
iri gözlerimde keder
kılıcımda hüzün
satın beni satın beni
rakı için
…”