internet kural tanımalı mı..?
son zamanlarda, internet sitelerine erişimin engellenmesinin gündemde daha çok yer almasının bir sonucu olsa gerek, inernet konusundaki yasaklamalar, cezalar filan epeyce ilgimi çeker oldu.. bu konuyla ilgili bi haber daha okudum bugün.. ntvmsnbc ‘nin ‘devlet interneti henüz tanımıyor‘ başlıklı haberinde, bilkent üniversitesi, endüstri mühendisliği fakültesi öğretim görevlisi ve internet teknolojileri derneği başkanı doç dr. mustafa akgül ‘ün internetle ilgili yasa hakkında bi değerlendirmesi var.. o yazının kısa bi bölümünü aktarayım, tamamını okumanızı da öneririm:
“ devlet interneti bir medya olarak görüyor ama çoğunlukla “marjinal problemler” dediğimiz çocuk pornosu, müstehcenlik gibi yanlarına yöneliyor. internetin demokrasi boyutunu ve bilgi toplumuyla bağlantısını, kişisel gelişim ortamı olmasını henüz algılamamış durumda. …
… fiziken yurtdışında olan siteler de tasarıya göre resmen engellenebiliyor, mahkemeye gitme zorunluluğu olmadan. …
… abd ’de şimdiye kadar bu tasarıya benzeyen iki kanun çıkarılmak istendi, ikisi de ifade özgürlüğüne aykırı olduğu için yasalaşmadı. yani bütün dünyada internet düzenlemeleri sıkıntılı ve minimal şekilde yapılmaya çalışılıyor. …
… bu uygulama ilk değil açıkçası. çin, iran, suudi arabistan da daha önce yaptılar. belarusya’da seçimler sırasında yapıldı. fakat gelişmiş ülkeler bunları yapmıyorlar. aksine çok sesli bir yapı istiyorlar ve vatandaşın neyin zararlı neyin zararsız olduğuna kendisi karar versin istiyorlar. hiçbir ülkede devlet internet konusunda vatandaşlarını koruma yoluna gitmemiştir. okullarda, halk kütüphanelerinde filtre uygulanması mantıklı bir karar olabilir, fakat bütün topluma filtre uygulanması hiçbir gelişmiş ülkede görülen bir uygulama değildir. Bu uygulama ab yolundaki türkiye’nin gidişatına uygun değil. devlet vatandaş için neyin doğru olduğuna karar vermemeli. … “
ekşi sözlük ‘e erişim, adnan oktar ‘ın talebiyle engellendi..!
youtube ‘a erişimin engellenmesinin şoku bile henüz atlatılamamışken, bugün yeni bi yasakla karşılaştım: ‘adnan hoca‘, ‘harun yahya‘ gibi isimlerle tanınan adnan oktar ‘ın, hakkında hakaretler içerdiğini iddia ettiği ekşi sözlük ‘ü dava etmesi üzerine mahkeme; türkiye ‘den ekşi sözlük ‘e erişimin engellenmesi yönünde karar almış ve bu karar şu sıralar uygulamaya konmuş bulunmakta..
öyle ki son zamanlarda ekşi sözlük ‘e erişim için kullandığım bu adres üzerinden şu an ulaşılamıyor siteye.. tabii ki bu, sitenin kapandığı filan anlamına gelmiyor; farklı bi çok yoldan, erişimin engellendiği sitelere ulaşılabiliyor.. şu an için en basiti ekşi sözlük ‘ün kendi adresi üzerinden sözlüğe ulaşmak 🙂 işte bu adres üzerinden şu an sözlüğe ulaşılabiliyor.. bu da işin komik yanı: sen tut ‘sourtimes’ bilmem ne adresine erişimi engelle ama diğerini engelleme.. alem adamlar bunlar.. 🙂 belki de tümünü birden yapamadıkları için sırayla kapatıyorlardır bilemiyorum artık 🙂
konuyla ilgili kişisel yorumuma gelince; her kime olursa olsun, açıkça küfretmek ya da hakaretin dozunu kaçırmak hoş değil elbette… amma ve lakin konu internette yasaklama ve sınırlamalara gelince tavrım değişebiliyor 🙂 ben bu konuda en az abartısız sınırlamadan yanayım yoksa internetin de bi özelliği kalmayacak ve tıpkı okullarımıza, medyamıza benzeyecek.. sırf bu tehlike yüzünden, ben bu tip hakaretti, küfürdü gibi olayların, bu konunun uzmanı hukukçular yetişmeden çok büyük bir dikkatle incelenmesinden; daha doğrusu bi an önce adam akıllı, uygulanabilir kurallar konmasından yanayım.. daha da ve en doğrusu; ben internette sınırlamaya karşıyım arkadaş..! ohhh bee 🙂 açık ve net: internette sınırlama olmaz, olursa internet anlamını yitirmeye başlar.. kuru bilgi kaynağından başka bi şey kalmaz geriye.. bi kaç yazı için sitelere erişim mi engellenir..?! o siteden faydalanan binlerce başka insanın hakları ne olacak peki?
her neyse, bu konu uzar gider.. zaten günlerce konuşulacaktır medyada, internette.. hatta konuşulmaya başlandı bile:
mahkeme kararı ile ilgili bi haber
propaganda
bu akşam televizyonda propaganda filmi vardı.. sırf bi repliği duymak için filmi neredeyse yarısına kadar tekrar izledim.. hangi replik? gümrük muhafaza müdürü mehdi(kemal sunal) ve arkadaşı rahmi miydi bahri miydi neydi işte metin akpınar ‘ın oynadığı adam(ne çabuk unuttum bea) yeni çekilmiş olan dikenli telin dibinde; biri, sınırın sağ yanında, öteki, sol yanında oturuyorlar.. rahmi diyelim onun adına 🙂 başlar konuşmaya:
-ne kaddar güzel bir gümrük muhafaza müdürlüğü binası yaptın mehdi..
-ve ne kaddar güzel bir sınır çizgisi çizdin..
-ve ne kaddar güzel bir dikenli tel çektin..
-ve ne kaddar güzel geçemeyecağız öyle mi? :))
+he, aynen öyle..! devamını oku
fotoğrafta alan derinliği
fotoğrafta ‘alan derinliği‘nin ‘diyafram açıklığı‘ ile ilişkisini açıklayan basit ve güzel bi çizim.. tabii alan derinliği sadece ‘diyafram‘a bağlı değil onu da belirtmekte fayda var; bu çizim sadece diyafram açıkığının alan derinliğine nasıl etkidiğini gösteriyor..
duymayanlar şimdi duysun: “düğün ya da davul” bu perşembe!
daha evvel şurada detaylı bi şekilde bahsettiğim “düğün ya da davul” oyunu bu hafta perşembe günü sergileniyor.. bi daha söylemiş olayım da sonra kimse “vay ben duymadım vay ben görmedim” demesin.. 🙂
william shakespeare – hamlet ‘ten bi bukle..
o kadar kullandık karakterlerinin adını, o kadar alıntı yaptık “olmak ya da olmamak” diye, bari nerede geçtiğini de yazayım dedim..
–hamlet ‘ten–
var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
düşüncemizin katlanması mı güzel,
zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
yoksa diretip bela denizlerine karşı
dur, yeter! demesi mi?
ölmek, uyumak sadece! düşünün ki uyumakla yalnız
bitebilir bütün acıları yüreğin,
çektiği bütün kahırları insanoğlunun.
uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
çünkü o ölüm uykularında,
sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.
kim dayanabilir zamanın kırbacına?
zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
sevgisinin kepaze edilmesine,
kanunların bu kadar yavaş,
yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
kötülere kul olmasına iyi insanın
bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
kim ister bütün bunlara katlanmak
ağır bir hayatın altından inleyip terlemek,
ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
o kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
ürkütmese yüreğini?
bilmediğimiz belalara atılmaktansa
çektiklerine razı etmese insanı?
bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
yürekten gelenin doğal rengini.
ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
yollarını değiştirip bu yüzden,
bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
ama sus, bak, güzel ophelia geliyor.
peri kızı dualarında unutma beni,
ve bütün günahlarımı.
.
oyunun adı: hamlet
yazan: william shakespeare
çeviren: sabahattin eyüboğlu
ekleme: şekspir ile ilgili bi derleme de yaptım sonradan, o da şurada.
omron – otomasyon semineri..
emo genç kocaeli ‘nin katkılarıyla, omron firmasından halil koçak,bugün bi seminer için veziroğlu yerleşkesi ‘ndeydi.. otomasyonun ne olduğundan genel hatlarıyla bahsederek, otomasyonda kullanılan sistemler (plc, scada..), parçalar ve programlar hakkında da yüzeysel bilgiler aktardı bizlere.. daha çok firma tanıtımı şeklinde geçen seminerin bana en büyük katkısı;
-hareket denetimi (motion control)
-görsel denetim (visual control)
konularının otomasyonda önemlerinin ne kadar arttığını öğrenmek ve iyice bellemek oldu açıkçası.. ben, hadi hareket denetimi değil ama görsel denetimin öneminin bu kadar arttığının farkında değilmişim, bunu gördüm bugün..
hareket denetimi yüzeysel olarak tesislerdeki “robotik” kolların denetimiyle ilgili bi alan..
görsel denetim ise, otomasyon ve görüntü işleme konularının bi arada kullanılmasıyla gittikçe yaygınlaşan bi yöntem.. yani harekete, ışığa ya da sıcaklığa bağlı bi “algılayıcı(sensör)” yerine doğrudan bi “kamera”nın gördüğü bilgileri işleyerek otomasyon içerisinde değerledirmeye dayalı bi sistem..
gelgelelim, bu “görsel denetim” olayı benim niye bu kadar dikkatimi çekti? ben işaretten ve işareti(görüntü de bi işarettir neticede) işlemekten uzak durmaya çalışırken, otomasyonda artarak kulanılmaya başlanması, bu konuya daha fazla kayıtsız kalmama engel olacak sanırım.. çünkü bizim otomasyonla alakalı öğrendiğimiz ya da öğrenmekle yetindiklerimiz “plc” hadi bilemedin üzerine bi de “scada” sistemleri olsun en fazla.. ama bunlardan bahsetmeyecem bile dedi halil bey, “çünkü bunları bilmemek gibi bi lüksünüz kalmadı artık” dedi.. yani onları zaten bileceksin, bunun dışında da “görüntü işleme” veya “robotik” konularına olan ilgin de sana birer artı kazandıracak..
kısacası gün geçtikçe mühendislerden istenenler artıyor.. en mantıklısı bi an önce mezun olup, gelişimi işle beraber sürdürmek.. 🙂 bi çok mühendis bunun tam tersini öğütlerken; ders yükünden kurtulup çalışma hayatıyla paralel bi şeyler öğrenmek bana daha zevkli olur gibi geliyor şu an..
olur mu, başkası vurmuştur onu..!
85 yaşında bir adam doğumhanenin kapısında beklemektedir. doğumhaneden çıkan doktor şöyle bir bakındıktan sonra yaşlı adama sorar:
d – “içeride doğum yapan bayan yakınınız mı?”
a – “evet, eşim.”
d – “ama bayan 25 yaşlarında…”
a – “tamam işte, eşim o. niye şaşırdınız, baba olamaz mıyım yani?”
d – “yoo, aklıma benim dedem geldi de.”
a – “nesi varmış dedenizin?”
d – “kendisi av meraklısı idi. sürekli ava çıkardı. ancak yaşlanınca zorlanmaya başladı. bir gün ava çıkacakken kendisini uyardık, aman yapma dedecim, sen yaşlandın, ava gidemezsin diye. kendisi ısrar etti ve hazırlandı. e tabi yaşlılık, çıkarken tüfek yerine baston aldı eline. ben de kendisiyle gittim. ormanda bayağı yol yürüdükten sonra bir geyik gördük. dedim ya, dedem yaşlı. bastonu omzuna koydu, doğrulttu ve geyiğe bastonla ateş etti. geyik o anda vurulup yere düştü…”
a – “olur mu, başkası vurmuştur onu.”
d – “ben de onu diyorum işte..!”