ayaküstü yaşanmış ölümsüz aşk hikayeleri

ayaküstü yaşanmış ölümsüz aşk hikayeleri


her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim
bir bakıştan bir duruştan
çağrışımın sonsuz hazından
unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda
belki de yaşanabilecek en uzun serüveni terk edeceğim
daha otobüsün ilk basamağında
kim bilebilir ki?
sonrayı, sonrasını kim bilebilir?
gizli gizli veda edeceğim ona, görmeyecek
ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim
otobüs camına bağrında kanlı bir ok ile
bir aşk levhası çizecek, ah min-el!
bu da ötekiler gibi kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden
yaşayıp gidecek

 
murathan mungan

 

feryad û isyanım

feryad û isyanım

mem nelere gark olmadı zîn’in ateşi için
ferhad dağları delmedi mi şirin’in aşkı için
kusur ise her saniye her yerde seni anmak
mecnun az mı yemin etti leyla’nın başı için

sesi yorgun gözlerinden uykusuzluk seçilir
görkeminin zerresinden ağrı dağı küçülür
gecelerin kollarında leblerinin bal suyu
aydan dökülürcesine kana kana içilir devamını oku

hikaye

hikaye

 

senin dudakların pembe
ellerin beyaz,
al tut ellerimi bebek
tut biraz!

benim doğduğum köylerde
ceviz ağaçları yoktu,
ben bu yüzden serinliğe hasretim
okşa biraz!

benim doğduğum köylerde
buğday tarlaları yoktu,
dağıt saclarını bebek
savur biraz!

benim doğduğum köyleri
akşamları eşkıyalar basardı.
ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
konuş biraz!

benim doğduğum köylerde
şimal rüzgarları eserdi,
ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
öp biraz!

sen türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
benim doğduğum köyler de güzeldi,
sen de anlat doğduğun yerleri,
anlat biraz!


cahit külebi

 

sarıl bana

sarıl bana
 

bu yaşıma geldim içimde bir çocuk hala
sevgiler bekliyor sürekli senden.
insanın bir yanı nedense hep eksik
ve o eksiği tamamlayayım derken,
var olan aşınıyor zamanla.

anamın bıraktığı yerden sarıl bana.

anıların kar topluyor inceden,
bir yorgan gibi geçmişimin üstüne.
ama yine de unutuş değil bu,
sızlatıyor sensizliği tersine.
senin kim olduğunu bile bilmezken.

sevgiden caydığım yerde darıl bana.


metin altıok

 

istanbul şehri

istanbul şehri

bu benim dünyaya ilk gelişim,
yıkarak saltanatını koca fatih ’in.
kundakla kefen arasında bir gün,
istanbul, istanbul deyişim.
merhaba kızkulesi, merhaba eyüp sultan,
kanlıca, şehremini merhaba…

bir istanbul esiyor çocukluğumdan,
ekşi bozalı, arnavut kaldırımları lâpâ lâpâ.
yuşa ’dan mı okunur o ezanlar, hırka-i şerif ’den mi?
komşularımız kaptanlar, malta taşlı ikindilerden kalan.
hâlâ o beyaz gergeflerde mi?
bir tarihi gömmüşler karacaahmet ’inde üsküdar ’ın,
sanki çarşaflı kadınlar mercan terliklerinde unutulan.
duyûn-u umumiye emeklisi faytonlar,

hâlâ bir sonbahar acıbadem ’de,
cuma selamlıklarından beri saraylılar.
merhaba beylerbeyi, merhaba sultanselim,
merhaba iki gözüm istanbul ’um, merhaba…
aşı boyası sokaklarında ne mevsimler eskimiş,
sakalsız saçlar kestirdiğim ince boncuklu berber dükkanları.
kapalıçarşı bakırcılar, lâcivert mayıslarda köprü altları,
ve boğaziçi ’nde şirket-i hayriye duman duman..

nerdesin o istanbul, nerdesin…
hani çıkrık seslerinde mehtapları dinlediğim,
mediha teyzelerin leylâk bahçeleri,
büyükbabamın kuvay-ı milliye hikâyeleri.
hani tahta tekerlekli arabalarım.
hani bayram yerlerinde unutulan asude çocukluğum.

gene bir başka istanbul ’du bir zamanlar kafesli ıtırlarıyla,
beyaz başörtülerin lâvanta çiçekli öğleden sonralarında ıslanan.
açılır kapanır iskemlelerinde uzun çarşının,
istanbul ’u taşırdı bakır siniler.
sultaniyegâhtan bir hıdrellez mesiresi,
sessiz sadâkat şarkıları söylerdi.
haliç vapurlarında söz kesilmiş tazeler.

hey yavrum hey…
burunbahçe dalyanında istanbul ’u çekerlerdi denizden,
ıslatmadan…
kaç bayram mendili geçmişti elimden çeyiz sandıklarının.
bütün uykularını koynuma alıp uyurdum istanbul ’un.
rüyalarımda hâlâ o günahlar uyanır,
hiç geçemediğim sokaklarında işlenen.

merhaba sultanahmet, yerebatan merhaba…
merhaba iki gözüm istanbul ’um merhaba,
merhaba efendim, merhaba…

 

sadri alışık

 

istersen hiç başlamasın

istersen hiç başlamasın


istersen hiç başlamasın
bu hikaye eksik kalsın
onca yaraların ardından
yeni bir aşk yaratamazsın
örselenmiş bir çocukluk
işte benim bütün hikayem
kaç sevda geçse de yüreğimden
bu yıkıntıları onaramazsın

istersen hiç başlamasın
geç kalmışız birbirimize
yanlış kapılarla geçmiş bunca yıl
dönemeyiz artık ilk gençliğimize
istersen hiç başlamasın
söz verelim kendimize

 
murathan mungan

 

sevgi duvarı

sevgi duvarı

 

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş, altın zincir, fasulye pilakisi
ardımızda görevliler, ekipler, hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardım seni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bi sen varsın bi de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

 

can yücel

kibrit çakıyorsun karanlıkta

kibrit çakıyorsun karanlıkta

 

kibrit çakıyorsun karanlıkta
badem çiçeklerini görmek için
ve mart denizlerinde tedirgin bir çift
sarnıç gemisi gözlerin
bir iş açacaksın sen başımıza
yangın mı olur artık, bahar mı?

 

can yücel

ekmek kavgası

bugün 1 mayıs, işçi bayramı.. sabah ben kahvaltı yaparken istanbul ‘daki kavga-gürültü son gaz devam ediyordu.. bi muhabir canlı telefon bağlantısında; gaz bombalarıyla taşların mücadelesini anlatıyordu canlı canlı, ben de az evvel işçilerin ekmek mücadelesini çok güzel özetleyen, günün anlamına da uygun bi şiir okudum:

Ekmek Kavgası

İlkin erkekleri saldık cepheye,
Getirsinler diye yiyecekleri;
Yetmedi güçleri,
Donatamadı sofrayı,
Ücretleriyle edindikleri.
Kadınlar denildi sonra:
/Çalışmalı ki
Çıkmalı ortaya becerileri./
Emek-ücret,
Ekmek-barış,
Ve derken
-Çocuklar dahil- topyekün bir saldırış
Belirleyiverdi gerçekleri!
Kimimiz onurunu,
Kimimiz kolunu,
Kimimiz torununu verdi;
İsteklerimizse bir türlü verilmedi!
Hala savaşan üreticiler,
Paydos saatlerinde
Vitrinlerde seyrediyorlar,
Ürettiklerini!

15.11.1985 Karacabey – Çetin Özdemir

üslubunu çok beğendiğim, şair bir edebiyat öğretmenimizdir Çetin bey.. Şair ‘in Yeri diye sağ taraftaki bağlantılarda da tavsiye ettiğim sitesinden bi çok şiirine ulaşabilirsiniz..