hüsne mağrur olma ey yüzü mâhım – seyrani
hüsne mağrur olma, ey yüzü mâhım
niceler yokuştan inişten geçti
kâr etmedi sana feryâd ü âhım
tîr-i âhım kûh-ı keşiş’ten geçti
yazı kalır
hüsne mağrur olma, ey yüzü mâhım
niceler yokuştan inişten geçti
kâr etmedi sana feryâd ü âhım
tîr-i âhım kûh-ı keşiş’ten geçti
kendi sesinden şiirleri: ‘hasretinden prangalar eskittim’
deyiş
dedim: dilber, sen de sevdakâr mısın?
dedi: senden evvel nâra ben yandım.
dedim: doğru söyle, bana yâr mısın?
dedi: sadık yârim, gönülde andım.
hamlet hangi ülkenin prensidir? danimarka. danimarka nasıl bi yerdir? iyidir hoştur.
“olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.” ya da aslıyla; “to be, or not to be: that is the question.” özdeyişi, hamlet ‘te sarf edilmiş, bi kamyon dolusu anlam yükü taşıyan bi laftır. bi de şu var can baba ‘dan: “bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?”. bi de bu var benden: “… ya da olamamak..!” … bi de gugıl aramalarında ortaya çıkmış farklı bi yorumu vardır ki bu, aynı meseleyi sohbet havasında dile getirir: “hamlet, olmalı mı olmamalı mı?”
william shakespeare ‘in okunuşunun türkçe yazılışı tam olarak vilyım şekspir ‘dir. tam olarak değilmiş gerçi ‘v’ harfi farklı okunuyor, yani işte ‘w’ nasıl okunuyorsa(biraz daha yuvarlayarak sanki) öyle okunuyor.. 🙂
bi de tabi komser şekspir var. kadir inanır etek giymişti..
yazmaya üşenip de william şekspir diye kısa kesenlere de rastlanır.. bi de gugıl ‘dan bunu bulmasını isterler.. valla buluyor gugıl, öyle demeyin.. willem şekspir ile bile gelenler var..
duyum
mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın,
gideceğim, sürtüne sürtüne buğdaylara:
ayaklarımda ıslaklığı küçük otların,
yıkasın bırakacağım başımı rüzgara!
ne bir şey düşünecek, ne bir laf edeceğim.
ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi;
göçebeler gibi, uzaklara gideceğim,
mutlu, sanki yanımda bir kadın varmış gibi.
çeviri: orhan veli kanık
.
.
.
haluk ‘un amentüsü
bir yaratıcı güç var, ulu ve akpak,
kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.
yeryüzü vatanım, insan soyu milletimdir benim*,
ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.
şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
dünya dönecek cennete insanla, inandım.
yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak,
ben buna tevrat’la, incil’le, kuran’la inandım.
tekmil insanlar kardeşi birbirinin… bir hayâl bu!
olsun, ben o hayâle de bin canla inandım.
insan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi,
bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.
kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık
kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.
elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.
aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde
yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.
karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı,
patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.
kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir
yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.
bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
bilim gücüyle olacak ne olacaksa… inandım.
* milletim nev-i beşerdir, vatanım ruy-i zemin.
yerçekimli karanfil
oysaki seninle güzel olmak var
örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
o başkası yok mu bir yanındakine veriyor
derken karanfil elden ele.
sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
birleşiyoruz sessizce.
.
.
.
demin şurada okudum; yeni bi şiiri bulunmuş nazım hikmet ‘in.. eşi piraye ‘ye yazdığı bi şiirmiş ve daha önce yayımlanmamış..
.
.
dört güvercin
geldi dört güvercin
suda yıkanmak için.
su mahpusane yalağındaydı.
ve güneş
güvercinlerin
gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı.
girdi dört güvercin
yıkanmak için
suyun içine.
ve kederli toprakta dört insan
baktı dört güvercine.
güvercinler hep beraber
güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında
uçabilirler.
durdurmaz onları demir ve duvar.
güvercinlerin yumuşak kanatları var.
ve kanatlar
şimdi burda, şimdi damın üzerinde.
İnsanların kanatları yok
İnsanların kanatları yüreklerinde.
dört güvercin
güneşe varmak için
yıkandı, uçtu sudan.
nazım hikmet ran
.
spartaküs
spartakus ‘tu adım!
ve kara afrika ‘dan zenci köleler taşıyan
amerikan gemileri ‘nde forsaydım.
çin duvarı ‘nın çamurunu,
mısır piramitleri ‘nin hamurunu ellerimle kardım.
ve her yıkılışında babil kentini ben onardım.
anibal, “ahırlarımı iyi temizle” dedi bana.
bendim,
ortaçağ derebeyleri ‘nin tarlasını süren,
sığırlarını güden
ve ellerimle ördüğüm kale duvarlarının üstünde
barbunya şövalyesi ‘nin oklarıyla ölen,
satın alınan,
öldürülen bir köleydim ilkin;
sonra adım “serf” oldu.
ve sonra canımı bağışlayan yasalar kondu.
atını tımarladım sezar ‘ın,
ve aslan yürekli rişar ‘ın,
uğruna öldüm kral seddimsever ‘in;
seddimsever ‘se beni hiç sevmedi hiç.
uyumak şimdi,
uyumak,
uyanmak yüzyıl sonra sevgilim…
hayır hayır!
ben spartakus değilim!
kendi asrım beni korkutmuyor.
ben kaçak değilim.
asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur, büyük ve kahraman.
dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
ben yirminci asırlıyım.
ve bununla övünüyorum.
bana yeter,
yirminci asırda olduğum safta olmak;
bizim tarafta olmak .
ve dövüşmek ,
ve dövüşmek,
ve dövüşmek yeni bir alem için.
yüzyıl sonra sevgilim…
hayır! her şeye rağmen daha evvel.
ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır.
spartakus ‘tu adım!
ve kara afrika ‘dan zenci köleler taşıyan
amerikan gemileri ‘nde forsaydım.
çin duvarı ‘nın çamurunu,
mısır piramitleri ‘nin hamurunu ellerimle kardım.
ve her yıkılışında babil kentini ben onardım.
anibal, “ahırlarımı iyi temizle” dedi bana.
bendim,
ortaçağ derebeyleri ‘nin tarlasını süren,
sığırlarını güden
ve ellerimle ördüğüm kale duvarlarının üstünde
barbunya şövalyesi ‘nin oklarıyla ölen,
satın alınan,
öldürülen,
öldürülen…
ihsan ünlüer