uzun uzun istanbul

yuvacık gezmesinin ardından bir uzun pozlama(ilk denemelerin üzerinden yıllar geçmiş) hevesi sardı beni; yine istanbul ama bu defa hava karardıktan sonra da gezdim:


daha önce yüzbinlerce kez fotoğraflanmış olan kız kulesi, boğaz köprüsü vb. istanbul klasiklerini bir de ben çekeyim, değişiklik olur dedim.. birkaç açıdan daha boğaz köprülerini ve haliç’i çektikten sonra eksiğim kalmaz herhalde..

aklıma düşen balıklar

kılıçbalığının öyküsü, ikide bir aklıma düşüyor bugünlerde; içimden ezbere bildiğim kısımlarını okuyup duruyorum. durduk yere düşmedi aklıma tabi muhtemelen, öyle tahmin ediyorum ki yakın zamanda okuduğum küçük kara balık ‘ın hikayesi tetikliyor bu durumu. bu hikayede her ne kadar küçük kara ve kılıç balıkları birbirlerine düşmanlarsa da kılıçbalığının da ayrıca bir öyküsü olduğunu unutmamalı:

-balık ağzı-

“…
bu bir kılıçbalığının öyküsü
yazılmasa da olurdu
ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu
uskumrunun arkasından gidiyorduk
sürünün içinde ben de vardım devamını oku

cihangir / yuvacık / sapanca

beyoğlu’nda girilmedik sokak bırakmayacağım‘ sloganıyla başladığım turlarıma devam ederek biraz cihangir gördüm. peşinden bir yuvacık/sapanca turu ile doğaya karıştık. girilmedik sokak bırakmayacağım deyince şimdi, aklıma çıkılmadık tepe bırakmayacağıma dair de kendimi daha önce gazladığım geldi, piii…


devamını oku

anna karina

hakkında birkaç laf etmem gerekiyordu, ediyorum: kimilerinin, güzelliğin tanımlarından biri olarak kabul ettiği anna karina ‘ya ait bu bakışlar, pierrot le fou adlı eski bir fransız filminden. filme bayılmasam da, anna karina ‘nın güzelliğine ve oyunculuğuna hayran kaldığımdan, başka filmlerini de izleyeceğim muhtemelen. izledikçe, bahaneyle başka fotoğraflarını da koyarım artık.

bir de bu insanın hemen hemen aynısının böyle gerçek, elle tutulabilir olanı var ki hemen her gün gördüğüm, tövbestağfürülülülü o konuya hiç girmeyim..

güvercin uçuverdi, kanadın…

slayttaki arkadaşı tanıtayım;  güvercin, bir çeşit güvercin; türünün ‘kumru‘ olma olasılığı söylentiler arasında. sonradan ‘mal‘ dedik adına. mal olduğunu, öncelikle balkonumuzdaki kombinin üzerine yuva yapmaya başlamasıyla düşünür olduk. hadi neyse, bir bildiği var demek ki deyip ‘kesin mal bu’ demedik. hatta yuvasını izleyecek şekilde fotoğraf makinesini kurup fotoğraflarını çekmeye* başladık. ta ki dün makineyi tekrar kuracakken, arkadaşın, yumurtalarına sahip çıkamayarak, kombinin arka boşluğuna düşürüp kırdığını farkedinceye dek; işte o an kesinlikle ‘mal’ olduğuna kanaat getirdik. yuvasını toparlayıp kırık yumurtaları yuvaya yerleştirerek tekrar gözlemeye başladık fotoğraf çekerek; acaba merak edip de döner mi diye. dönmedi. fakat daha sabahında ayrıldığı yuvaya gün boyu bir daha dönüp bakmaz mı bir kuş, ne oldu ne bitti diye.. sokaktan geçerken de mi aklına gelmez, ki buraların kuşu belli ki… ben bu güvercini hiç anlamadım; mal olduğundan olabilir, ya da onların beyinleri bizimkinden farklı çalışıyor; bizim aklımız ermiyor töbestağfurulla.. izleyelim:

devamını oku

beyoğlu gezmelerine devam..

ilkini geçen hafta galata civarında icra ettiğim beyoğlu gezintilerime bu haftasonu çukurcuma, firuzağa, tomtom, pera bölgeleriyle devam ettim. daha çok öğlenin ortasında yürüdüğüm için çoğu fotoğraf yüksek kontrast kurbanı oldu, işe yarar gördüklerimin bir kısmı:


o değil de ne büyükmüş beyoğlu, gez gez bitmedi arkadaş 🙂 ama ödev belledim kendime; göreceksiniz bitireceğim! bitireceğim ulan! 🙂