ben, dünyada

adını yakın zamanda ilk kez duyduğum bir yazar william saroyan. birçok öyküsünü okudum, sevdim ve okumaya devam ediyorum. aşağıdaki alıntı, ‘ben, dünyada (myself upon the earth)‘ adlı öyküsünden:


Ben bir öykücüyüm ve tek bir hikâyem var: insan. Bu basit hikâyeyi, güzel yazma kurallarını, kompozisyon numaralarını bir kenara bırakarak kendimce anlatmak istiyorum. Söyleyecek sözüm var ve Balzac gibi konuşmak arzusunda değilim. Ben sanatçı değilim; medeniyete de gerçekten inanmıyorum. İlerlemeye zerre kadar hevesli değilim. Büyük bir köprü yapıldığında sevinmiyorum, uçaklar Atlantik’i geçince, “Aman ne müthiş!” diye düşünmüyorum. Ulusların kaderiyle ilgilenmiyorum ve tarih beni sıkıyor. Tarihi yazanlar ve onlara inananlar, tarih derken neyi kastediyorlar? Nasıl olmuş da insan denen o mütevazı ve sevimli yaratık tiksindirici belgelerin maksatları doğrultusunda istismar edilmiş? Nasıl olmuş da insanın mahremiyeti yok edilmiş, dindarlık hisleri iğrenç bir cinayet ve yıkım kargaşasıyla birleştirilmiş? Ben ticarete de inanmıyorum. Bütün makineleri hurda yığını olarak görüyorum, hesap makinesini, otomobili, lokomotifi, uçağı ve evet bisikleti de. Yolculuğa, insanın bedenini alıp bir yerlere gitmesine inanmıyorum, şu ana kadar acaba kimse bir yere gitmiş mi merak ediyorum. Siz hiç kendinizi terk ettiniz mi? Zihnin bir insan ömrü boyunca yaptığı yolculuktan daha muazzam ve ilginç bir yolculuk var mı? Sonu ölüm kadar güzel başka bir yolculuk var mı?

William Saroyan / ‘Ben, Dünyada’ adlı öyküden alıntılanmıştır / Yetmiş Bin Süryani / Aras Yayıncılık

türkiye kayası “bir göç hikayesi”

sevmedim.

oyuncuların yarısının performansı çok iyiyken diğer yarısınınki ya pek iyi değildi ya da ben bulgar göçmeni şivesine çok aşina olmadığımdan bana öyle geldi. öyküyü, sonu haricinde sevdim, bulgaristan ‘dan göçen türkler ile ilgili izlediğim ilk oyundu.

bu oyunu izlerken içinde ‘sınır’ konusu geçen çok oyun/film izlediğimi fark ettim. ben bile bir arada anacak kadar çok şey gördüysem bu konuda, demek ki çok yazılıp çizilmiş ama bir türlü tükenmemiş bir konu; tükenecek gibi de görünmüyor. konu gerçek hayatta tükensin mi? tükensin. hakkında yazılıp çizilenler tükensin mi? tükenmesin.

tiyatro: istanbul şehir tiyatroları

sahne: üsküdar musahipzade celal sahnesi

menekşe yaylası

yıllar yıllar evvel gittiğimiz menekşe yaylası ‘na yine gittim; bu defa başka bir kadroyla.. ekibin tamamı yürüyüşe katıldı; yol kenarında piknik yapmakta diretenlerin olmamasını hayretle karşıladım!

yayla değişmiş mi? değişmemiş tabi, niye değişsin.. fakat bizim daha önce vardığımız yer meğer menekşe yaylası değilmiş; yaptığım artistlik boşa gitti, rezil rüsva oldum ben buraları iyi bilirim dedim diye.. daha önce gittiğimiz yerin az daha ilerisinde ve yukarısındaymış asıl yayla..

devamını oku

rüyada dejavu

bir tenha sokağında karşılaştığım arkadaşımın dediğine bakılırsa, bu şehir berlin imiş. arkadaşımın da kim olduğu çok açık değil zaten, sesi çok tanıdık ama tipi değil. ama şehir tanıdık.

şehir çok tanıdık. biz şehrin ‘old city’ tabir edilen eski/turistik bölgesinde karşılaşıyoruz, daha ne oldu ne bitti demeden ağaçlara dalıp eriğe benzer bir şeyler topluyoruz, oraya has bir meyveymiş, çok methettiği için bozmuyorum yoksa tadı bir şeye benzemiyor. kendisi orada yaşadığı halde, muhit bana daha tanıdık geliyor. beni gezdirmeyi birdenbire kendine vazife sayıp, şurası şu, burası bu diye anlatmaya başlıyor ama götüreceği yerleri önceden biliyorum. devamını oku

fark etmez

sonunda kendimi birkaç kelimeyle tanıtmanın yolunu buldum; iş görüşmelerinde, tanışmalarda, sosyal medyada vb. ortamlarda gelebilecek her türlü ‘kendini anlat’ mealindeki istekte, kendimi şu şekilde özetleyebilirim artık: ‘fark etmez’. işte tam beni anlatan bir çift sözcük: ‘fark etmez’. bu benim yaşam felsefemmiş meğer, anca anladım. yaş oldu bilmem kaç, hala sağlam ve tam bir fark etmez insanıyım. tutarlılığıma kurban.